“`html
DEMOKRATİKLEŞME TALEBİ ÜZERİNE
PKK’nın terör örgütü liderinin silah bırakma sürecine dair bir açıklama yayımlandı. Eğer Sözcü TV yayınları kesilmeseydi, bu konuyu uzmanlarla daha derinlemesine inceleme fırsatımız olabilirdi. Ancak, karartıldık. Neyse ki, bilgiyi kamuoyuna taşıyan Sözcü Gazetesi var. Bu konuyu Siyaset Bilimci Doç. Dr. Onur Alp Yılmaz’a danıştım.
PKK’nın Sembolik Silah Bırakması ve Öcalan’ın Mesajı
Bugün PKK, sembolik anlamda silah bırakma eylemini gerçekleştirdi ve Öcalan’ın İmralı cezaevinden gönderdiği video mesajı yayımlandı. Yarın ise Cumhurbaşkanı’nın önemli bir açıklama yapacağı duyuruldu. Bu süreçte neleri gözlemleyeceğiz?
Hükümet, silah bırakma eylemini topluma duyurmak ve yasal düzenlemeler için bu durumu kullanmak istiyor. Bu silah bırakma süreci, aslında toplumda bir “iyi niyet göstergesi” olarak anlam kazanmayı amaçlıyor. Peki, bu düzenlemelerin içeriği ne olacak? Eğer elde edilen kimlik tanımaları demokratik bir anlayışla yapılmaz ve toplumsal rıza sağlamak amacıyla göstermelik bir değişiklik dizisi oluşturulursa, bu durum demokrasi alanında kalan her şeyi kaybetmek anlamına gelebilir.
DEM Parti’nin beklentileri ise şöyle sıralanıyor:
- Öcalan’ın tedavi koşullarının iyileştirilmesi
- İnfaz ve terörle mücadele yasalarında değişiklikler yapılması
- Hasta tutukluların durumunun göz önünde bulundurulması
- Öcalan’a umut hakkının tanınması
- Gazetecilerin İmralı’da görüşme yapabilmesi
Bunlar demokratikleşme yönünde talepler olarak değerlendirilmediğinde, aslında ortaya çıkan durum, Kürt sorununu çözmekten çok, sadece Kürt siyasi elitlerinin sorunlarını ele alan bir süreç olarak öne çıkıyor. Bu durum, Ak Parti ve MHP’nin siyasi elitlerinin de sorunlarına yanıt verecek bir yapı sunuyor. Ayrıca bu sürecin dışarıdan Amerikan etkisiyle desteklendiği de aşikâr. Türkiye, Ortadoğu’da ABD ve İsrail’in politikalarıyla uyum sağlama çabası içinde. Bu durum, Erdoğan ve Bahçeli’nin yönetim anlayışının demokrasi olmaksızın sürmesini sağlarken, Kürtlere ise sembolik bir kimlik tanıma sözü veriyor. Ancak bu süreç, ne Kürt sorununun demokratik çözümü ne de Türkiye’yi demokratikleştirme amacını taşımıyor. Sonuç olarak, her iki taraf için de daha fazla demokrasi, adalet ve refah vaadi boşa çıkıyor.
Olası Sonuçlar ve Gelecek
Bu gidişat, sömüren ve sömürülen arasındaki ilişkiyi devam ettirecek, yalnızca sömüren elitlerin değişmesine yol açacak. Siyasi dinamikler elitler arasındaki bir ittifaka dönüşürken, toplumun siyasetle ilişkisi tamamen dışlanacaktır. Türkiye, Ortadoğu’daki mevcut ateşten etkilenmeye devam edecek bir konumda kalacaktır. Yukarıda bahsedilen hukuksal düzen, çoklu hukukun işlediği ve kimliklerin yalnızca belirli “önderler” aracılığıyla temsil edildiği bir rejime dönüşecek. Bu durum, yurttaşların özgürlüklerini kısıtlayarak, Türkiye’yi daha da kırılgan bir duruma getiriyor. Ortadoğu’daki tecrübeler, bu senaryoların oldukça muhtemel olduğunu göstermektedir. Emperyalist güçlerin kimlik temelli çatışmaları körüklemesi, bölgedeki sosyalist ve ulusalcı iradeleri zayıflatma yönünde etkili olmuştur.
Bu yüzden, bu süreç, toplumsal barışa zarar vererek, tıpkı Ortadoğu’daki duruma benzer şekilde kimliksel çatışmaları artıran bir durumu teşkil edecektir. Milliyetçiliklerin karşılıklı olarak tetiklenmesi, demokratik olduğu iddia edilen yolların kapalı kalması, anti-demokratik hesaplaşmalara yol açacaktır. Türkiye’nin geleceği, demokrasi ve toplumsal barışının, otoriter yönetimlerin ve emperyalist güçlerin hırslarına kurban edilmemesi gerektiği artık bir zorunluluktur. Ancak görünen o ki, bu süreç, Türkiye’deki muhalefetin sesinin kısıldığı bir iklimde ilerlemeye devam etmektedir.
‘ANAHTAR KARARSIZ AKP SEÇMENİ!’
19 Mart sonrası Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın tutuklanmasının yaratabileceği toplumsal etkiler üzerine tartışmalar gündeme geliyor. CHP lideri Özgür Özel, mitinglerde sıklıkla “Türkiye’nin birinci partisi CHP’dir” vurgusunu yaparken, Erdoğan’a “Seni yüzde 29 ile orada oturtmam” diyerek erken seçim çağrısında bulunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ise, “Türkiye’de birinci parti AK Parti’dir” açıklaması bu durumu pekiştiriyor. Ankara Araştırma Direktörü Mert Uzunsoy’a sorularımızı ilettiğimizde, ilginç yanıtlar aldık.
Psikolojik Üstünlük Kimde?
Özgür Özel’in sıkça kullandığı “ahlaki ve psikolojik üstünlük bizde” ifadesine karşılık, psikolojik üstünlüğün kimin elinde olduğunu sorduğumuzda, bu durumun şu anda CHP’de hakim olduğunu görüyoruz. Özellikle 19 Mart olaylarının ardından bu durum daha da belirgin hale geldi. Gözaltı ve tutuklamalara dayandırılan iddiaların henüz somut bir kanıta dönüşmediği toplum üzerindeki etkisi, Özgür Özel’in bu ifadeyi bu denli sık kullanmasında önemli bir faktör.
CHP’nin Fırsatları
Bekir Ağırdır’ın belirttiği gibi, CHP, belki de ilk kez kendisine karşı olan toplumsal kesimlerdeki duygusal ambargoları aşma fırsatını yakalayabilir. CHP’nin geçmiş dönemlerde çoğunlukla orta ve üst sınıftan oy aldığını, AK Parti’nin ise alt gelir gruplarından yüksek destek gördüğünü biliyoruz. Ancak, günümüzde ekonomik krizin derinleşmesiyle, geçmişte AK Parti’ye oy veren bazı seçmenlerin, CHP’ye yönelme ihtimali artıyor. Ayrıca, CHP’nin daha önce uzak olduğu iki kesim olan alt sınıftan ve Kürt seçmenden de destek arttığı gözlemleniyor. Genç seçmen arasında da CHP’nin oyu, ilk kez ülke genelinin üzerinde. Bu durum, sadece CHP’nin kendi başarısıyla değil, muhalefetin diğer parçalarının daha pasif bir tutum sergilemeleri ile de ilişkili.
2028 Seçimlerinin Anahtarı
2019 sonrası seçimlerde DEM ve milliyetçi oyların belirleyici olduğu gibi, önümüzdeki seçimlerde de bu durum geçerli mi? Artık anahtar, mevcut düzenden memnuniyetsiz olan geçmişteki AK Parti ve Erdoğan seçmenleri. Türkiye’de seçmenlerin %67’si en az bir kez Erdoğan veya AK Parti’ye oy vermiş durumda. Dolayısıyla, bu seçmen grubu, uygulamalardan memnun olmayanların tercihlerinin belirlenmesinde kritik bir rol oynayacaktır.
Örneğin, şu an AK Parti veya MHP’ye oy vereceğini düşünen bir seçmen, İmamoğlu gibi belediye başkanlarının tutuklanmasını siyasi bir gelişme olarak değerlendirirken, eğitim, sağlık, hukuk ve ekonomideki uygulamaları yetersiz bulabiliyor. Bu bağlamda, memnuniyetsiz seçmenin, CHP veya diğer muhalefet partilerini alternatif olarak seçmesi, gelecek seçimlerde durumu değiştirebilecek tek anahtar olarak öne çıkmaktadır.
‘PANDORA’NIN KUTUSU AÇILDI: YAŞANACAK HİÇBİR ŞEY SÜRPRİZ DEĞİL!’
Son günlerdeki 10 gün süren sansür uygulamaları, Sözcü Televizyonu’na yönelik tarihi bir ceza niteliğinde. Bu durum, Pandora’nın kutusunu açtı mı? Türkiye’de medya özgürlüğü, gerçekte tam anlamıyla mevcut değil. Medyayı kamuoyunun sesi olarak değerlendirdiğimizde, burada yalnızca ekranın değil, aynı zamanda kamuoyunun sesi ve vicdanının da karartıldığını görebiliriz. Açılan kutu neleri ortaya çıkaracak? Anayasamızda basın özgürlüğü güvence altına alınmışken, bu hak ihlal edilmektedir.
Pandora’nın kutusu açıldığına göre, artık şahitlik edeceğimiz olaylar sürpriz değil. Son yıllarda Türkiye, ciddi bir baskı süreci içinde. Örneğin, yeni yayımlanan Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke arasında 159. sırada yer aldı. 2002 yılında 99. sırada iken, bu durum oldukça endişe verici. Yani, Sözcü Televizyonu yalnızca kapatılmadı, halkın haber alma özgürlüğü de ciddi bir tehdit altına alındı.
Toplumun Tepkisi ve Gelecek İçin Umutlar
Değişimin kaçınılmaz olduğuna inanıyoruz. Bu karartma ve ceza politikalarının toplum üzerinde yarattığı dönüşüm engellenebilir mi? Üniversitelerde ders veren biri olarak, Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sonrası farklı bir yapıya girdiğini görmekteyim. Bu sistemle birlikte, şeffaflık ve hesap verebilirlik alanında ciddi bir gerileme yaşandı. Ancak, karartmalar veya lisans iptalleri ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın, toplum geri adım atmayacaktır. Haber alma özgürlüğü engellenemez; durdurulmaya çalışılan internet uygulamaları buna en güzel örnek. Mart ayından sonra yaşananlara yönelik tepkiler, toplumsal direnişin bir göstergesi olarak kendini göstermekte. Toplum mücadelesine devam ediyor.
“`